Feminizm kavramını incelemeden önce feminizmin yüklendiği anlamları netleştirmek daha rasyonel ilerlememize yarar sağlayacaktır. TDK( Türk Dil Kurumu) sözlüğü feminizm tanımı şu şekilde yapmaktadır: “ Toplumda kadının haklarını çoğaltma, erkeğinkiler düzeyine çıkarma, eşitlik sağlama amacını güden düşünce akımı, kadın hareketi.”

Amerikalı yazar ve kadın hakları savunucusu Bel Hooks feminizmi, “Cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir” şeklinde tanımlamıştır. Feminizm, Fransa’da filozoflar ve kadın yazarların başlattığı ve sonra başka toplumlarda da kabul görülen, yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkeklerle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan akımdır. Feminizm Latincede “Femina” kelimesinden türetilmiştir. Latince de femina, “Kadın” anlamına gelmektedir.

Feminizm dalgasının hissedildiği özellikle 1960’lı yıllarda kadına dair yapılan çalışmalar yayınlanmaya başlanmış, kadın-erkek eşitsizliği, kadının ataerkil ve zalim toplumlarda ezilmesi incelenmeye ve açıklanmaya çalışılmıştır. Simone De Beauvoir’ın feminizm anlayışı 1949 da Fransa’da yayınlanan “İkinci cins: Kadın” ( Le DeuxiemeSexe) isimli kitabı çok ilgi görmüş ve kısa sürede farklı dillere çevrilmiştir. Ona göre insan kişi “Kadın doğmaz” çeşitli toplumsal etkiler ve baskılar sonucu kadın olur. 1980 sonrası feminist hareketin Türkiye’deki sembolü 2006 yılında vefat eden Duygu Asena’ydı. Yazdığı kitaplar satış rekoru kırıyor filmleri kapalı gişe oynanıyordu. Dünya feminizmi için Simone De Beauvoir ne ise 80 sonrası Türk feminizm’ inde de Asena’nın aynı misyonu üstlendiğini görmekteyiz.

2. Dünya savaşı sırasında erkeklerin orduda olması ve onların gitmesiyle boşalan iş alanlarına kadınlar getirilmiştir. Erkeklerin yokluğunda iş yaşamında kadınların kendilerini göstermesi için şans tanınmıştır. Kadınların iş hayatına yoğun olarak yerlerini almaya başlaması, beraberinde kadın gereksinimlerini giderecek düzenlemelerin yolunu açtı. Erkeklerle aynı oranda olmasa da kadınların da iş yaşamında öneminin artmasıyla ve kendi ekonomik özgürlüklerini elde etmeleriyle feminizm dalgası toplumda daha da güçlenmiş ve ilerlemiş oldu.

Kadın nedir? Sorusuna; kadın döl yatağından başka bir şey değildir diye cevap verilen bir dönemde yaşayan Beauvoir, 1971 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’yle insanlık tarihinde ki ilk kadın hakları bildirgesini yayınlayan Olympe De Gouges ve daha birçok isim bu mücadeleyi savunmuşlardır. Olympe De Gouges giyotinle idam edilmeden(3 Kasım 1793) 2 yıl önce kurduğu cümleyle hafızalara kazınacaktır: “Kadının idam sehpasına çıkma hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır.”

19.yy’ın sonu 20.yy’ın başlarında Avrupa’nın kimi yerlerinde ufakta olsa mülk sahibi olan kadınlar dışında henüz kadınlara oy kullanma hakkı tanınmamıştı. Türkiye de 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk 5 Aralık 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasayla birlikte kadınların belediye seçimlerine katılması, köylerde muhtar olarak seçilme hakkı kazanması sağlandı. 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanan kadınlar erkeklerle siyasal alanda eşit hakları elde etmiş oldular.

Günümüzde feminizm hareketinin amacına ne kadar ulaştığı elbette tartışma konusu ne var ki toplumda cinsiyet ayrımcılığı konusunda ki duyarlılığın artmasına karşın kültürel ve toplumsal yapıda ataerkil anlayışın pek fazla değişikliğe uğramadığını görüyoruz. Yüzyıllardan beri süre gelen kadın erkek arasındaki cinsiyet ayrımcılığı uzay çağına erişmiş olsak bile günden güne şiddetini arttırarak devam etmektedir.

Modern feminizmin ve kadının varoluş mücadelesinin öncüsü Simone De Beauveir “Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşırıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra uçamıyor diye yakınıyoruz.” Şu an günümüzde bile onca kadın katline karşı kadınlar dimdik ayakta şu sözler dillerde, “Susmadık, susmayacağız, sonuna kadar direnişe devam, ölmek istemiyoruz!..” (AYLİN ALATAŞ)